Merhabalar... Bir süredir gezmekte olduğunuz inanılmaz web sayfasının yere göğe sığmaz yaratıcısının kendini mümkün olan en yüceltici, bencil ve hatta zaman rahatsız edici şekilde anlattığı, uzun ama eğlenceli "Ben kimim?" bölümüne hoş geldiniz. Her şeyden önce, iki tavsiye: birincisi, sayfayı yukarı-aşağı [özellikle aşağı] kaydırırken klavye veya pencere kenarı ile boşuna kasmanıza gerek yok, farenizin imlecini yazının alt taraflarına götürdüğünüz an sayfa kendi kendine aşağı kayacaktır (vay anasını! yapan yapıyor yaa, adam üşenmemiş yapmış) [sen ne diyon yaa]. Kaymayı bırakması için de pek tabii fareyi pencere dışına çıkartmanız veya tekrar ortaya getirmeniz yeterli (offf kaymak gibi) [canım çekti]. İkincisi, şimdiden kendinizi uzun [pardon... uzuuuuuuun] bir yazı okumaya hazırlayın. Yakın bir yerlerde çay, kahve, ekmek, peynir, zeytin, domates, salatalık, karpuz, kavun, kurabiye, kek, tost, çikolata, müsli falan bulundurun; hatta rakı, soda ve tabii ki su ve buz da alabilirsiniz. Güzel bir müzik açın [bakın aşağıda "MusicBox" diyor, böyle hoparlör gibi bir resmi var]. Buna ek olarak, sizin potansiyel yorumlarınızın parantez içinde (böyle yani), benim yorumlarımın ve o yorumlara cevaplarımın da köşeli parantez içinde [bu şekilde yani] olacağını unutmayın [böylesi daha zevkli].

Uyarı ve tavsiyelerden sonra, en nihayet başlıyoruz... Şimdi birisine "kimsin sen!?!" diye sorduğunuzda tahminen kendi kendini anlatacaktır. İyi güzel. Ama asıl ilginç olan bence o değil (e yok ne? sorduk ya adama kimmiş anlattı ne güzel). Asıl ilginç olan kısım bir sürü insanı toplayıp "kimdir ooo!?!" diye sormak (haaa kargaşa çıksın değil mi sonra?) [hepsine aynı anda soracan mı dedim?] (demedin). Dolayısıyla ben bu sayfada birkaç değişik bakış açısından kendimi anlatıp kafanızı karıştıracağım (benim kafam şimdiden karıştı) [çaydan bir yudum alıp kurabiyeden ısır... bak demin dedim hazırlan diye] (aaa bak iyi akıl ettin). İlk başta, T.C. Nüfus İdaresi'nin bakış açısı. İsim: Savaş Ali (Ali değil miydi?) [aslı Savaş Ali. tüm arkadaşlarım beni "Ali" olarak, tüm yasal makamlar da "Savaş" olarak tanır. bazen "efendim size Savaş olarak mı Ali olarak mı hitap edeyim?" diyenler de olur]. Soy isim: Tokmen [bak bu da ilginç, bu soy ismi Türkiye'de ilk yazıştan doğru yazan birisini görmedim, duymadım, konuşmadım (maymun ettin kardeş bizi). Türkmen, Toker, Tokmak ve hatta Komen yazanlar bile oldu] (heuehueheue Komen dedi yaaaa Komen nedir abi!?) [ben de bulamadım... Bilenler için "foro"dan geliyor olabilir pekala]. Doğum tarihi: 14 Ekim 1984 [pazar sabahı, saat 6:50'de] (oo, erken uyanan insan modeli diyorsun) [ayıpsın]. Doğum yeri: Yukarı Bahçelievler [ilk yapıldığında orada herhalde hakikaten bahçeli evler vardı, şimdi park yerli apartmanlar var] (değişiyor be baba), Ankara. Herhalde onların bakış açısı üç aşağı beş yukarı bu kadar (darmış be) [eee dedim ben kimi az bilir kimi çok bilir] (bravo).

Tahminen nüfus idaresinin bilebileceği ama benim sanki onlar bilmiyormuş gibi bahsedeceğim bir başka konu da tabii ki aile. Bir insan doğunca ne yapar, bellidir: konuşmaz, ağlar. Yürümez, emekler. Gece uyumaz, uyandırır (ağlar, uyandırır; bravo be aile kuracaklara iyi moral verdin!) [niye ki, kırar döker bile demedim daha oysa ki!]. Bir iddiaya göre ben çok rahatsızlık vermeyen, hatta annemin çiçeklerinin arasından [değmeden yani] emekleyen bir bebekmişim... Ben iki yaş dört aylıkken ailemizdeki kişi sayısı dörde ulaştı, başka bir deyişle kardeşim Efe katıldı. Solda gördüğünüz güzel fotoğrafı ise 2007 yılı yazında, ben tam Fransa'ya geri dönmeden önce çektik (nasıl çektiniz?) [fotoğraf makinesiyle. hatta babamın elinde çaktırmadan görünen siyah şey de makinenin kumandası] (vay komandanlı makine). Alttaki ikonlardan fotoğraf makinesi şeklinde olana [ki o "fotoğraf albümü" demek] (e o zaman albüm şeklinde olsaymış?) [fena fikir değil aslında] basıp "Aile" arşivine girerseniz hem eski hem yeni birçok aile fotoğrafı görerek ailemizi daha geniş bir bakış açısından da [büyük aile, kuzenler, dayılar, teyzeler ve daha nicesi] görebilirsiniz. Ayrıca geçmiş günlerden güzel fotoğraflar da var orada, örneğin kardeşimle küçükken bir fotoğrafımız var, pek şirindir. Çocukluğum ve gençliğimin "okul zamanı"nda olan kısımları Ankara'da, "yaz" kısımları ise genel olarak Ankara ile Mersin arasında geçti [zira ailemin anne tarafı Mersin taraflarından, bilenler için Tarsus civarından] (bak orada güzel dağlar vardır falan, portakal bahçeleriyle meşhurdur hatta) [maalesef kalmadı o bahçeler, yerine bina diktiler on hatta on beş katlı falan] (üzüldüm valla). Tabii tüm bu gezmelerin fotoğrafları var, hem demin de bahsettiğim "klasik" fotoğraf albümünde ["Manzaralar" altından "Türkiye"yi seçerek, üstelik o fotoğraflar yorumlu ve açıklamalı] hem de Ali's Homepage PhotoServe: Türkiye manzaraları sayfasında.

Doğup belli bir yaşa ulaşınca insanın atıldığı ilk uzun macera pek tabii ki eğitim: an itibariyle, benim için bu macera 18 yıl kadar sürdü. Maceranın başlangıç noktası Ankara Liz Teyze anaokulu (orası neresi yahu?) [ya şimdi Sheraton'dan Köşk'e doğru giden yol var ya, onda giderken ileride sağda idi] (eee?) [kapanalı on yıldan fazla oluyor tabii! binası da yıkıldı şimdi başka bir şey var orada] (vay anasını amma hızlı değişiyor bir şehrin çehresi!). Oranın ardından macera iki kollu devam etti: bir yandan Ankara'daki Fransız Büyükelçiliği'nin okulu (papyon mu?) [eski Papillon, şimdiki adı Charles de Gaulle] (haaa şu bulvar olan adam) [bulvar değil be general adam bugünkü Fransa'yı yarattı] (haaa bulvar yani) [sen bir çay daha içsen? hatta rakıya da el at ağırdan], bir yandan da Ekin İlkokulu (iki okul yani) [evet] (aynı anda, ikisi bir arada falan yani?) [evet] (o da güzel bir tercih tabii). Uzun zamandır görüşmediğim Liz Teyze ve Ekin'deki arkadaşlarımın bir bölümünü yakın zaman önce Facebook sayesinde buldum [demek ki neymiş meğer aslında amele dolu değilmiş, ve de amelelerin çıkıp Recep'in tavuklu veya tavuksuz gelmesine gerek yokmuş] umarım gelecek aylarda topluca görüşme imkânımız olur... Ortaokul ve lise yıllarım ise sadece De Gaulle'de geçti.

Lise sonrası ise başladı bir üniversite macerası: ortaokulda tanıştığım bilgisayar olgusundan bir meslek çıkartma hayaliyle muhtelif yerlere başvurular yaptım. 2002 yazında ise seçimimi yaptım: Fransa'nın Grenoble şehrinde [ülke ve şehrin özelliklerini bir sonraki paragrafta anlatacağım... telaşa gerek yok], Université Joseph Fourier'de MIAS [yaaaannniii Matematik, Bilgisayar ve Bilimlere Uygulamaları] (vay anası düz bilgisayar yok muydu?) [cık] okumaya başladım. Akademik açıdan orta geçen [ama gene de sınıfları gecikmesiz geçtiğim] (ooo iyidir iyi) iki senenin ardından İngiltere'deki Bath üniversitesine bir sene değişim öğrencisi [nam-ı-diğer ERASMUS] olarak gittim. Muhteşem [eğlence ve öğrence dolu] geçen bir sene sonrasında Bath'ı 100 üzerinden tam olarak 69'luk bir ortalama ile bitirdim. Bu şahane senenin ardından büyük bir enerji ve istekle Fransa'ya dönüp Bilgisayar Mühendisliği altında Gömülü Sistemler (kim nereye gömüyor ya noluyor?) [gömülü sistem, böyle tek işle uğraşan bilgisayarlar. misal cep telefonu, arabanın bilgisayarı, uçaktaki bilgisayar, nükleer santrallerdeki bilgisayarlar, gibin] (haaa ben üşenirdim be öyle şeyler yapmaya... git kahveye pişpirik oyna daha rahat?) [o da bir bakış açısı tabii] üzerine ağırlıklı bir Master yaptım. Ve macera [şimdilik] 2007 Eylül'ünde son buldu: sınıfın birincisi olarak mezun oldum (sınıf 1 kişi değildi değil mi yeme beni şimdi?) [yok sınıf 51 kişi idi] (haaa iyi o zaman yemedin beni).

Diplomamı aldıktan sonra, [pek şaşırtıcı olmayan bir şekilde] bilişim sektöründe çalışmaya başladım. Başlangıç stajımı yaptığım Ciprian'da oldu. Bu şirketteki iş son derece ilginçti: hem ultrason sinyaller yollayan hem de cihazın etrafındaki maddeden geri seken sinyali analiz edip etrafta ne var ne yok [mesela bir duvarın içindeyse o duvarın sağlamlık durumu nedir gibi] onu analiz eden bir gömülü sistem; tabii tüm bunlara erişim de wi-fi üzerinden Web arayüz ile.

Ciprian'daki iş bittikten sonra Fransa'nın en büyük büyük ölçekli bilgisayar sistemleri üreten şirketlerinden biri olan Bull'e girdim. Bull'deki seneler boyunca bir çok open source organizasyonda ve projelerde bulundum [va hala içindeyim], bazılarında direct "despot" görevi görüyorum, bazılarında ise sorumlu pozisyondayım. Bull'de geçen birkaç sene sonunda Java Enterprise Edition, uygulama endüstriyalizasyonu [yani, yazılımların düzgün çalıştığını kontrol eden yazılımlar] ve uygulama entegrasyonu [yazılımların bir araya getirilmesi] konularında referans haline geldim; ki buna "politik" açıdan karmaşık organizasyonlar da dahil [atıyorum, üzerinde az veya hiç kontrolümüz olmayan ve değişik kalite seviyelerinde çalışan alt şirketlerin yaptıklarını bir araya getirip birkaç müşteriye düzgün bir şekilde paketlenmesini ve kalitesinin garantilenmesini sağlamak].

Bull'deki bu maceradan sonra, şubat 2011'de Fransa'dan gidip Zürih'e geldim. Zürih'te Swiss Re'nin [bilmeyenler için, Swiss Re reasürans sektörünün, hem büyüklüğü hem de yenilikçi hareketleriyle, lider şirketlerinden biri] bilişim departmanına girdim. Bu durumda hem sektör, hem de iş değiştirmiş oldum; artık yazılım ve sistem üretilmesinde değil de bir sistem hayata geçtikten sonra onun yaşamını, yani destekten yenilenmesine, kullanıcı, müşteri ve servis sağlayıcıların yönetilmesi gibi konularla ilgilenmeye başladım. Bu süre boyunca sorumlu olduğum uygulamalar ise iletişim [Swiss Re internet sayfası, şirket intraneti, gerçek zamanlı konferans sistemi veya şirket için sosyal ağ platformu gibi], şirket iş düzenleme ve mimarisi [yani, hangi üniteler işlerini nasıl yapıyorlar ve bunu yapmak için neler kullanıyorlar] ve son olarak proje portfolyo yönetimi ile ilgili araçlar (kafam karıştı... nedir bu işin boyutu?) [benim sorumlu olduğum alanda yaklaşık 30 tane sistem var]. Zürih'e geleli beri bol bol da gezdim - Öyle ki fotoğraflar onlarca alt albüm arasında dağıtık: Ali's Homepage PhotoServe: İsviçre (görelim gezmiş kadar olalım diyorsun) [aynen öyle].

"Hayatta değişmeyen bir şey varsa, o da değişimdir" diye bir söz vardır... 8 yıldır bilgisayar benzeri alanlarda çalıştıktan sonra, biraz da başka yerleri görmenin, başka bakışları anlamanın zamanı :) Dolayısıyla, ekim 2015'den şubat 2016'ya kadarki zamanımı Swiss Re'nin Quantitative Financial Risk Management (türkçe konuş lan!!) [çevirmeye çalışıyorum ... Nicelikli Finansal Risk Yönetimi] (hımfıs hımfıs tercüme koktu ahahaha) ekibinde bir model sağlayıcısı olarak geçirdim: yani, belli bir finansal riskin modelinin doğru yapıldığının sağlamlanması, ve de daha önce sağlamlanmış bir modelin hesapladığı rakamlar ile "gerçek hayat" arasında ne kadar fark oluştuğunun hesabı [ve tabii, gerekirse, uyarısı]. Değişik konularda çalıştım, ilki Environmental Commodity Market ["Doğal Mal Pazarı" diye çevireceğim ama saçma duracak] (iyi, anlat o zaman) [mesela, rüzgar hızına göre üretilen elektrik enerjisindeki değişimlere karşı koruyan bir finansal ürün] (az daha anladım, ama hakkaten azıcık az daha!), diğeri daha "klasik" ürünler [mesela repo] ve son olarak bütün yatırım portföyleri. Bu deneyim bana hem yeni şeyler öğretti, hem değişik ekip organizasyon şekilleri gösterdi, hem de Londra'nın görmediğim kısımlarını da keşfetmeme ve Ali's Homepage PhotoServe: Birleşik Krallık [yani, Galler, İngiltere, İrlanda ve İskoçya] albümümü genişletmeme yardımcı oldu.

Ardından, Nisan 2021'de tekrar iş değiştirdim [aynı şirkette], ve şu anda sorumlusu olduğum alan "hizmet sezgileme" (nasıl ya? neyi seziyorsun ne oluyor!?!): yani, şirketin sunduğu veya kullandığı hizmetlerin kalitesinin raporlanması, bir şeyler ters gittiğinde sorunun kaynağının hızlıca bulunması, yeterince deneyim edildikten sonra da sorunların daha görünür hale gelmeden sanal zeka tarafından düzeltilmesi [bazıları buna AIOps ismini veriyor]. Bunu Ocak 2024'te yeni bir yapılanma izledi ve Swiss Re'nin tüm bilişim hizmetlerinin 7/24 operasyonel gözetimini üstlenen yeni kurulan ekibin başına geçtim; keyifle yönettiğim kıtalar arası (Meksika'dan Sidney'e kadar!) ekibim, önceki 1.5 yılın getirdiği bilgi ve içgörüleri kullanarak, güvenilir bir hizmet kalitesi sağlıyor (iş zor ama be abi, 7 gün 24 saat, her an her şey olabilir gibi) [orası da doğru tabii, acilin acili her vakit ekibimle ve benimle, beklentiler yüksek!].

"İş bitince ne yaparsın" diye bir soru geliyor tabii şimdi insanın aklına (geldi be hakkaten). İş dışında genelde üç uçtan birinde oluyorum: ilk uç, rahatına düşkün olan uç. Bu uç ne yapar, efendim caz müzik dinler, uzun uzun sauna, hamam, buhar odası ve benzeri alanlarda takılıp kitap okur, gün batımında arkadaşlarıyla oturup iki tek içer, vs. [şu an mesela o uç bu satırları yazarken şarap yudumluyor]. İkinci uç, gezen uç: yeni yerler görmeyi [çok uzak olması gerekmiyor, "abi gel şehrin şurada restoran ve barlarına bir bakalım" bile gayet güzel bir gezi bahanesidir], aşağı-yukarı belirli bir programla "haydi birkaç gün şu bölgeye kaçalım" demeyi, gittiğim yerdeki insanlarla tanışmayı [yani en azından kısa da olsa bir sohbet etmeyi, ki insanlarla 5 dilde iletişim kurabilirim] (hadi len! say...) [Türkçe, Fransızca, İngilizce pırıl pırıl, Almanca ve İspanyolca da kesintili de olsa konuşabiliyorum] (ooo eline sağlık) [bir lisan bir insan] (hakkaten doğru laf), o yörenin yemeklerini yemeyi ve içeceklerini içmeyi severim [yeme-içme konusunda pek seçici değilimdir, -bilenler bilir- damak tadıma düşkün olsam da!]. Üçüncü uç ise eğlenmeyi seven, ama çok seven uç: misal spor salonumda girdiğim tek ders zumba, çıkmayı ve gün doğumuna kadar eğlenip dans etmeyi çok severim, vs. (peki ben şimdi bir şey soracağım bu üç uç nasıl bir araya getiriliyor?) [çok basit, örnek hafta sonumuzda cuma akşamı üç numara, ardından cumartesi günü bir numara, son olarak da pazar günü iki numara] (312 yani, Ankara'dan rahatlıkla hatırlayabiliyoruz üstelik ne güzel).

Bu üç ucun ortak noktası, üçünün de hatırlamayı [ve hatırlanmayı] seviyor olması. Hatıralar iki türlü oluyor: birincisi, zaman içinde sizinle birlikte gelenler; yani zaman içinde elde ettiğiniz dostlar, bir yerde bir gün karşılaştığınızda "hatırlıyor musun şu şu tarihlerde nasıl da güzel gezmiştik hey gidi günler hey" diye oturup beraber bir şey yiyip, içip belki de macerayı tekrarlayacağınız insanlar. İkincisi, fotoğraf ve/veya videolar. Biliyorum, artık herkes her yerde her gördüğü şeyin fotoğrafını çekiyor [ve bilmiyorum fark ettiniz mi bir konsere gidince artık havaya kaldırılan telefonlardan neredeyse konseri izleyemiyorsunuz!] (hakkaten ya şimdi sen deyince ben de farkına vardım!), ama benim durumum öyle değil :) Ali's Homepage PhotoServe'e bakacak olursanız taa 2001'den fotoğraflar (o zamanlar telefonların ekranları siyah beyaz değil miydi yahu?) [evet, öyleydi. en modern telefon Nokia 8210 idi...] var, ve tabii dünyanın dört bir köşesinden fotoğraflar var, tabii olay orada da bitmiyor: bir fotoğraf veya videoyu çekmek ve düzeltmek yetmez, en önemlisi bunları insanlarla paylaşabilmek! Belki bazıları hatırlıyordur, Web sayfama fotoğraf modülü eklediğim 2006 yılından beri hem fotoğraf ve videoları paylaşıyorum, hem de [ve bence en önemlisi bu] taa o zamandan beri fotoğraflardaki yerleri bir çok arama motoru (arama motoru?) [Google mesela] bulabiliyor.

İşte birkaç [çok olmadı ya!] (yoo bizim rakı şişesi yeni bitti tam tutturdun aferin) satırda kendimi anlatınca ortaya böyle bir şey çıktı... Umarım çok sıkılmadan okudunuz, okuduğunuzdan keyif aldınız ve en önemlisi sitesini gezmekte olduğunuz insanı biraz daha iyi tanıdınız!

 
Son güncelleme: 27.01.2024